top of page
Yazarın fotoğrafıKafekültür Yayıncılık

Andy Warhol ve Gündelik Hayat Sanatı

Değerli yazarımız Raşel Rakella Asal "Yaşamdan Sanata" adlı yeni kitabında, gündelik hayattan beslenen sanatın farklı yüzlerini ele alarak, sanat ve sanatçıların toplumla kurduğu ilişkileri sanatçı monografileri ve sanat konuları, türleri açısından derinlemesine irdeliyor. Kitap boyunca, popüler kültür ikonları, akımlar ve yaratıcı ifadeler arasındaki sanat ve sanatçılarla bir yolculuk sunulurken, Andy Warhol gibi sanatçılarla ilgili çözümlemeler de dikkat çekiyor. Bu metinler, sanatın yaşam üzerindeki etkilerini ve sanatçıların dünyayı nasıl dönüştürdüğünü anlamaya yönelik keyifli bir okuma deneyimi sunuyor. Kitaptan bir yazıyla yazarımızı kutluyoruz.



Duygu ve düşünce dünyamıza yön veren, eylem kalıplarımızı şekillendiren, başı ve sonu belirsiz akıp giden bir enformasyon seli altında yaşadığımızı inkâr edemeyiz. Hepimiz yaşadığımız ortamla ve çevremizdeki her şeyle, canlı cansız bakmadan yoğun ilişkiler kuruyoruz; anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Peki, yaşadığımız bu dünyada sanat nerede yer alır? Sanatın gücü, nerede ortaya çıkar?


Sanat içimizdeki delice yaşama açlığına denk gelir. Yaşamak sonuçta bir hayatta kalma mücadelesidir. Ama bir an geliyor ki, insan böyle hayatta kalmaya değer mi, diye sormaya başlıyor. Boş ve anlamsız da olsa, hayatı ve yaşamayı seviyoruz. Bu kadar basit. Bu noktada sanat devreye giriyor. Yaşama tutkuyla sarılmak, bir şeyler yaratmaya çabalamak sanatın ilk görevidir. İkincisi başkaldırmak, haksızlığa asla evet dememektir. Sanat, sıradan insanın, ezilen insanın yanındadır. Sanatın bir diğer görevi izleyeni uyandırmak, sarsmaktır; diğer bir ifade ile hayatı sorgulamaya açmaktır.


Herkes her insanın biraz yeteneği ve teknik bilgisi varsa, renk körü de değilse ressam olmanın kolay bir şey olduğunu düşünür. Teknik edinilebilen, biraz zaman ve pratikle öğrenilen bir şey. Peki ya gerisi? Sanatçının asıl önemi nereden geliyor? Sanatçının gücü yarattığı eserle ortaya çıkar. O toplumun dilini kullanır, ama o dili alanının dışına sürer, orada başka bir biçem yaratır. Bu kullanımla toplumdan ayrılır soyutlanır, yalnızlaşır. Sanatçı, kuşkusuz insandan yana, ama kökten muhalif, bireyi sınırlayan, tek tipleştiren ideolojiyi ret eden kişidir.


Bu bağlamda Pop Sanat akımının en önemli temsilcilerinden Andy Warhol ve Pop Sanat akımı üzerine odaklanmak istiyorum. Seri üretim nesnelerini sıklıkla kullandığı, çoğunlukla resimlerini afiş teknikleriyle çoğalttığı işleri radikal bir şekilde çağın toplumsal olaylarına bir tepkiydi. Deterjan ve çorba kutusu gibi tüketim malzemelerinin natürmort konusu olarak kullanılması belli bir sanat görüşüne alışmış toplum için oldukça radikal bir tutum olarak görülmüştü.


Tüketim toplumu ve Reklam

19. yüzyılda reklam bilgi veriyor, betimliyor, arzu uyandırıyordu. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında reklam sektörünün bu niteliği yok olmadı, fakat bir nesne, bir birey, bir toplumsal grup bir surete sahip olmadan, onu çevreleyen reklam imgesi olmadan değer taşımaz oldu. Bu imge sadece nesneyi değil nesnenin arkasındaki arzuyu da öne çıkarmış oluyor, arzuyu nesnenin içine yerleştirmiş oluyordu. “Mutluluğu” yani tüketicinin tatminini sağlamış oluyordu. Böylece malların tüketimine odaklı “reklam” en önemli tüketim nesnesi haline geliyordu.

Tüketim ciddi bir işti. İyi niyetli, bize yardıma hazır bir toplum yanımızdaydı. Kişisel olarak bizi düşünüyordu. Kişiye özel hazırlanmış nesneler yaratıyordu: şu koltuk, şu takım, şu yatak çarşafı, şu iç çamaşır… Şu değil, bu… Gayet anaçtı ve bizleri düşünüyordu. Bize nasıl hep iyi yaşanacağımız söyleniyor; ne yemek ve içmek gerektiğimiz, ne giymek gerektiğimiz, evimizi nasıl döşememiz gerektiği gibi öneriler önümüze seriliyordu. Reklam dünyası devredeydi ve toplum böylece yönlendirilmiş kısaca programlanmış oluyordu. Tüketim teşvik ediliyordu ve sizin yapmanız gereken tek şey aralarından seçim yapmaktı. İyi niyetli, size yardım eline uzatan bir toplum yanınızdaydı. Nasıl tedirgin olunabilirdi?


Andy Warhol’un eserlerinin önemi

Onun tuvalleri, bütün öykülerden, kurgulardan arındırılmış bir tek nesneye indirgenmişti. Andy Warhol, çok az insanın düşündüğü bir şeyi gerçekleştirmişti. Gündelik hayatta kullandığımız nesneleri tuvaline taşıdı. Bir yandan bu nesneleri değersizleştirirken, diğer yandan gündelik hayatı tuvaline taşımış oluyordu. Gündelik hayat nerede yer alır?

“Her yerde ve hiçbir yerde, açıktır ve gizlidir” diyor çağdaş Fransız felsefeci Henri Lefebvre. Hiç kimse gündelik hayatı görmek, orada durduğunu bilmek istemez; hiç kimse gündelik hayatı kabul etmek istemez, kimse ondan söz etmez. Çünkü gündelik hayat sıradandır, hiçbir olağanüstülüğü yoktur.


Andy Warhol, 1960-1963 yıllarında, gerçekleştirdiği ve o yıllarında Amerikan halkının gündelik hayatta tükettiği en belirgin simgesi olan, “Campbell” marka çorba kutularını, “Coca Cola” ve “Pepsi” içecek tüketim nesnelerini ve Marilyn Monroe serilerini tuvaline taşıması ile tanındı. Sanatı topluma tanıştırmasıyla öne çıktı. Sanattaki gizemi, bilinmeyeni azaltan sanatçı sıradan nesneleri açık sanat eserlerine dönüştürdü. Onun dehası, bu estetik ürünleri ortaya çıkarmak için mekanik bir üretim aracı olan serigrafi kullanmak ve yağlı boya ile makine yapımı eşya arasındaki boşluğu kapatmakta yatar. Sonuçta yağlı boya bir burjuva sanatıyken, serigrafi özel bir yetenek gerektirmeyen, kolayca öğrenilebilen bir beceridir.

Söyle düşünüyordu: Popüler kültürde hemen her şey satılabilir, satın alınabilir ve sanat eseri olabilirdi. Tıpkı domates çorbası ya da Marilyn Monroe posterleri gibi. Tüketim toplumu olma adına emin adımlarla yürüyen insanlık, tıpkı domates çorbası tüketir gibi, Hollywood yıldızlarını, Pop starlarını üretiyor ve tüketiyordu. O günden bu yana günümüzde de pek değişmiş değil. Her gün yeni bir yıldız doğuyor, ömrü fazla uzun sürmeyen, tüketilip yok edilen… Onun en ünlü portresi şüphesiz popüler kültürün ikonik yüzü Marilyn Monroe’ydu. Onun portresi 20. yüzyılın Mona Lisa’sı olarak tanımlanacaktı. Andy Warhol’un Marlyn Monroe portresini birden fazla tekrar etmesinin de nedeni bir nesneyi, bir figürün görsel etkisi tekrar edildiğinde yok oluşudur. Bu anlayışla ikon olarak görülen Marilyn Monroe figürünü yok etmiş oluyordu. Pop Art’ın aynı görselin yan yana, onlarca kopyasının mantığı da işte budur… Ve Andy Warhol bu sayede sanata oldukça farklı bir katkı sağlamış oluyordu. Warhol’un bir diğer ünlü portresi “Eight Elvises”, 2008 yılında 100 milyon dolara satıldı ve dünya tarihinin en pahalı eserlerinden biri haline geldi.

Coca Cola'nın halk tarafından yüceltildiğini görüp, sanat yoluyla da yüceltti. Coca Cola gibi bir tüketim malzemesini seri röprodüksiyonlar haline getirmesi o yıllar için sanatta bir devrimdi. Yapıtlarında endüstriyel serigrafi tekniğini kullanması, bu alanda uzmanlaşmış kişilerle çalışmış olması ve böyle bir işbirliği içinde sanatçı ile yapıt arasına bir mesafe koyarken öte yandan yapıtın oluşumunda diğer kişilerin katkısına yer vermesi bir devrimdi. Böylece Amerikan Pop Sanatı doğmuş oluyordu. Onun bu tavrı, bir anlamda kavramsal sanatın habercisi sayıldı.


Amerikan Pop sanatı, sanata girmesi imkânsız sayılan, değersiz görülen ne varsa, sanatın konu alanına dâhil etmiş oluyordu. O günler için gündelik hayatta kullanılan bu nesneleri tuvaline taşımakla ve alışılmış öğelere başka bir gözle bakmamızı sağladı. Hollywood’un renkli hayatı ve değişik kültürlerin birleşmesi ile oluşan bir karışım Amerikan Pop sanatını oluşturdu. Gündelik hayattaki arzu nesnelerini tuvaline taşımakla topluma ayna tutmuş oluyordu. “Arzu nedir? Ne ister? Arzu nesnesi nedir?” sorularına yanıt bulmaya çalıştı. Arzu bir zevk parıltısıydı, ne sönebilen ne de tümüyle kavranabilendi. Hatta bir özü olup olmadığı bilinmezdi; bunun nedeni arzunun elle tutulamamasıydı. Bu noktada gündelik hayat ile arzu arasında bir ilişki olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Warhol’un rastgele düzenlemiş gibi görünen natürmortları, aslında belirli noktalarda belirli bir alana dikkat çekmek üzere Warhol’un o anki istekleriyle şekilleniyordu. Örneğin bir paket sigarayı diyagonal olarak tabağa doğru yerleştirmesinin sebebi arka plana dikkat çekmek istemesiydi. Natürmortta kullandığı tüm objeleri “object of desire” yani tutku objeleri olarak tanımladı. Sanattaki bu tavrı tamamen devrim niteliğindeydi. Böylece geleneksel olarak süregelmiş natürmort mantığını da sanatta sorgulamış oluyordu. Bir tabak tatlıdan tutun da o an çok istenilen bir paket sigara, ya da satın alınmak istenilen bir ayakkabı günün natürmort objesi olarak kullanılabilirdi.


Pop Sanat akımı temsilcileri için sanat adeta bir oyun alanıdır ve bu yaklaşımlarını çalışmalarında sıklıkla kullandıkları deneysel teknikler (fotomontaj, serigrafi, airbrush) ile göstermişlerdir. Ciddiyet ve ironi gibi farklı kavramların bir arada eklemlenmesi için umursamaz bir tavır ile buldukları her görsel ürünü kolajlayarak bir araya getirir ve bütünsel bir algı oluşturmaya çalışırlar. Aslında bu tutum sanatçının “yaratıcı olma” mitini de yok saymadır. Dikkat çekilen nesnenin kendisidir. Bu bağlamda tüm pop art sanatçıları bu noktada birleşirler ancak teknik olarak ve konuları işleyiş tarzları ile birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Akıma dâhil sanatçılar teknik olarak fotoğrafı benimsemişlerdir. Fotoğrafın haricinde yararlandıkları serigrafi tekniği de tuval üzerine geçirdikleri görüntüler aracılığıyla vermek istedikleri mesajı vermeye çalışmışlardır. Reklam dünyasına ait pek çok marka onların natürmort üretimiyle mit’e dönüşmüştür artık. İçinde yaşadıkları topluma geniş bir perspektif ile bakmak isteyen Pop Sanat akımı temsilcileri fotoğrafın kullanımını da kolaj tekniği ile bir adım öteye taşımışlardır.


Andy Warhol için natürmortta fotoğraf bir iletişim kurma, kayıt aracı olarak ortaya çıkmıştı. Fotoğrafı serigrafi baskılarında kalıp olarak da kullandı. Andy Warhol natürmortlarında, renk diğer sanatçıların natürmortlarındaki renk seçimlerine göre daha parlak ve neondur. Pembe, turuncu, kırmızı ve sarı renkler en parlak ve en az karıştırılmış halleriyle natürmort alanında öne çıkmaktadır. Çiçekler, hamburgerler dört eşit kareye bölünmüş, dört farklı renk varyasyonu ile tek bir sanat eserine dönüştürülmüşlerdir. Bu temel dörtlü bölünen kâğıt yerleşimi kendisine ait pek çok natürmort eserde görülmektedir. Kendisine ait diğer bir natürmort çeşidi de polaroid resimlerden oluşturduğu seçkidir. Ayakkabılar, oyuncaklar, ev eşyaları... vb nesneler gelişigüzel bir biçimde, markalarını saklama gereği duyulmaksızın sanatçının natürmort kadrajında görünmektedirler. Warhol’un burada sorgulamaya çalıştığı aslında “ölü doğa” (natürmort) fikrinden yola çıkan ve çoğunlukla meyve ve sebze temsilleri ile hayat bulmuş klasik natürmort eserleridir.


Sanat tarihi boyunca sanatçı yüceltilmiş, eseri sanatın yüksek kültür olarak anlaşıldığı bir ayrıcalıklı alan olarak kurulmuştu. Bu ayrıcalıklı alan geçen yüzyılın ortalarına denk düşen iki ana akım tarafından devrimci bir darbe ile tahtından edilerek günümüz sanatının ana kodlarını belirlendi. Bu akımlardan Duchamp öncülündeki avangard akımlar her işaretlenen nesneyi sanat olarak anlama eğilimi gösterirken, Andy Warhol başta olmak üzere Pop Art sanatçıları için ise tüm tüketim kültürünü ikonografik düzeyde ele alarak en çok kaçınılması gerekenin doğrudan üzerine doğru yürümüş ve tüm oyunun kurallarını baştan yazmışlardır.

Pop Art’ın sanattan çok, soylu sanata karşı bir tepki, bir tür şamata hareketi olarak hafife alınma eğilimi çok uzun sürmedi ve Pop Art çağın ruhunu dillendiren güçlü bir akım olarak özellikle Amerika’da etkinliğini arttırarak devam etti.





Bu denli kuvvetli bir etki yaratmış olması ve günümüz sanatı üzerindeki belirleyici etkisinin sürmesi ise açıktır ki tesadüf ile açıklanamaz. Bu yönden Andy Warhol bir sanatçı olarak modern insanın yeni duruma tam olarak uygun düşen bir kişilikti ve sezgileri ile çağının taleplerine tam bir uyum sağlamayı başarmıştı. Kendisini çevreleyen tüketim kültürünün imge bombardımanını tekrarlar halinde kullandı, göstergelerin gösterilenler üzerinde kesin bir etki yarattığı bir sanat akımına imza atmış oluyordu. Onun sanatı anıtsallık hedefi olan bir sanat değildi.


Warhol’da her şey yapaydır: Nesne yapaydır, çünkü özneyle değil, yalnızca nesne arzuyla ilintilidir. Tam bu noktada Warhol’un neden bu denli büyük bir sanatsal başarının öznesi olduğu kendisini gösterir. Warhol bir yandan kapitalist sistemin kodlarını kullanırken diğer taraftan da varolan kodlamayı görünür kılıyordu. Bunu tekrarlarla sağlar. Şöyle açıklar: “Ben asla parçalanmadım; çünkü hiçbir zaman bir bütün değildim”. Warhol bir yandan para ve şöhret ve kabaca popüler kültürün tüm çekiciliğini kullanır, diğer tarafta da bunun en uç noktasında herkesin derinlemesine hissettiği büyük bir hiçlik duygusuna vurgu yapmış olur.

Warhol 1987’de öldüğünde 59 yaşındaydı. Pop Art akımı çok daha geniş alanlara açılması Andy Warhol’un ölümünden sonra asıl gücüne ulaşmaya başladı. Doğu Bloğu tümüyle çökerken, Amerikanizm ve küreselleşme tüm dünyada dalga dalga etkilerini göstermeye başladı. Diyebiliriz ki, Andy Warhol’un içine doğduğu geç kapitalizm tüm kapsayıcılığı ile yerkürenin belirleyici kültürel temelini hazırlamıştır.









24 görüntüleme0 yorum

Comentarios


bottom of page