top of page
Yazarın fotoğrafıKafekültür Yayıncılık

KADINLAR APARTMANI: "Ben yazarken ben yazmıyorum. İçimden konuşan bir ölümsüz yazıyor."

Şu anda yüksek tirajlı bir gazetenin pazar ekindeki söyleşilerden birini okuyor olabilirsiniz. Aslında hakiki durum tam da o. Şöhretle ahlaklı hayatın arasındaki kalın sınırın tevazu olduğunu unutmadan; bir tıp insanı, iyi eğitimli bir tiyatrocu, aktris, anne, şair ve yazar olan ŞİRİN PARKAN ile beşinci şiir kitabı KADINLAR APARTMANI nedeniyle yaptığımız bu söyleşi onun "pikaresk" yanını da, yani bir resim sanatı öznesi olmasını da açığa çıkarıyor. Unutmadan: şanslı olduğunu söylemeye cesaret olan bir kadın yazar, sözünü ettiğimiz.

Ve 5. şiir kitabın. Kutluyorum. 11 yılda beş kitap. İlki Gümüş Güneşin Sarhoş Kızı (2013) kitabından sonuncusu Kadınlar Apartmanı'na... Hepsi düşündüğünde aklına gelen ilk sözcük(ler) ne olurdu şiirsel mutlaklık ve yazgıları adına? Ve tabii o sözcüklerin birer ikişer cümle açılımları?

Uyanış, alacakaranlık, dokunulmamış, siluet, delilik, sessizlik, büyüme, anne, rasyonel, terapi, sessizlik, aşk, ayrılık, ölüm, doğum, ay, büyümek, anlamak, anlaşılmamak, yalnız bırakılmak, gerçek, sahte, ihanet, sessizlik, uyku, uyanış.

Kitaplar 11 yıl içerisinde çıktı. Ama ilk kitabın yazılmaya başladığı zaman 20’li yaşların başları. Yazıldıktan 20 yıl sonra basıldı o kitap. Aslında 30 yıllık bir yolculuğu aklıma ilk düşen sözcüklerle özetlemeye çalıştım. Son kelime olarak uyanışı yazdığımda ilk kelimenin uyanış olduğunu görüp şaşırdım.


Yazarlık (şairlik) adına bu 11 seneyi beş kitabın ışığında ve öznel sanat yaşamının da içinde değerlendirebilir misin rica etsem?

İlk şiir kitabım GÜMÜŞ GÜNEŞİN SARHOŞ KIZI yirmili yaşların başlarında yazdığım şiirlerden oluşuyor. Bir açıdan en beğendiğim şiirler olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bilinçaltından taptaze geliyorlar. Bir çocuk resmi gibi düşünebilirsiniz. Nasıl bir çocuk resmini yetişkin biri yapamaz, Picasso bile yapamaz, şimdi ben de öyle yazamıyorum. Evet, aynı çocuk resmi gibi eğri büğrü yanları var, ama bence öyle güzeller. Tabii ki onları yazdığımda çocuk değildim, ama duygusal olarak, naiflik olarak, yaşam deneyimi olarak yeni yetmeydim.



İkinci şiir kitabım ÜZERİME GÖLGEN DÜŞMÜŞTÜ SEN GÜNEŞTİN ilk kitap için seçmediğim şiirlerden oluşuyor. Çok şiir vardı, ilk kitap için bir kısmını seçmiştim. O seçtiğim ve benim bayıldığım şiirleri bazı okurlar fazla anlaşılmaz buldular. Diğer kitaptakiler daha sade bir anlatıma sahip, bana göre daha az şiirsel, daha az bilinçaltı. Ama onları daha çok beğenenler oldu, biraz daha farklı bir tarz diyebilirim. Bilinçaltını önemsiyorum. Ben yazarken ben yazmıyorum. İçimden konuşan bir ölümsüz yazıyor. Bence onlar fısıldayan atalarım, bilinçaltı da diyebilirsiniz, isterseniz ruhlar deyin. Artık atalarımızın bilinçaltlarını  taşıdığımız sır değil. Onların acılarıyla, korkularıyla dolu içimiz. Bir şiir aşığı dostumuzun bir şiirimi okuduğunda şöyle dediğini hatırlıyorum: "Ama 20 yaşında bir insan bunu nasıl bilebilir? Nasıl böyle söyleyebilir?" İşte öyle.



Üçüncü Kitap BİR ŞEY VAR UNUTTUĞUM ÇOCUĞUM on yıllık bir şiirsiz dönemden sonra geldi. Otuz-kırk yaş arası şiir yazmadım. Yirmili yaşlarında yazdığım şiirler zaten kırk yaşında basıldı. Son on yıl bir şey yazmamıştım şiirlerim basıldığında. Tabii yorumlar, geri bildirimler… Yazdıklarım üzerine düşündüm.


Burada araya girebilir miyim izninle? Bu şiirsiz on yılda neler oldu?

Şiir yazmadığım dönem doğum yaptığım ve hemen akabinde kendimi tiyatroya verdiğim bir dönemdi. Kızım üç yaşındayken Stüdyo Oyuncuları'na başladım, Şahika Tekand'dan oyunculuk eğitimi aldım, sonrasında bazı oyunlarda birlikte çalıştık. Tiyatro zaten üniversite yıllarında İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu'nda hayatıma girmişti. Biz üniversite tiyatrosunun yönetmensiz olması gerektiğine inanan bir topluluktuk. Dramaturjiyi, rejiyi hep birlikte yapardık. Çok okurduk. O dönem beni entelektüel açıdan, yaşama hazırlık anlamında çok geliştirdi. Orada tanıştığım arkadaşlarım benim ailemdir ve kim olduğumda çok büyük etkileri vardır. Ağırlıklı olumlu. O yüzden buradan kendilerine teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Şu anda İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu hala var, benden otuz yaş küçük taze tıp fakültesi öğrencileri oyunlar sahneliyor. Biliyorum, aynı heyecanla, aynı özgürlük aşkıyla, üretken olma hevesiyle, dünyaya olumlu birşeyler bırakabilme isteğiyle. Sanki özgür bir okul gibi orası, "benim üniversitelerim". Neyse, üniversite tiyatro topluluğumu da arada böyle bir anmak istedim. Çocuk büyütme, evlilik, tiyatro, hastane. Bunların her biri beni büyüttü ve bu büyüme etkisi Bir Şey Var Unuttuğum Çocuğum'a yansıdı. 



Bir Şey Var Unuttuğum Çocuğum'da daha olgunlaşmış bir Şirin var. Evlilikte olsun, çocuk büyütme sürecinde olsun - tek birimizin bu anlamda hatasız olabileceğini düşünmüyorum, kendime haksızlık etmek istemem, birçoğumuzun bununla yüzleşmediğini düşünüyorum - hatalar yapmış, yetememiş, yetişememiş bir Şirin aynı zamanda. Otuzlu yaşların ortalarında ilk psikoterapi sürecim başladı. Yedi yıl sürdü. Gururla söylüyorum. Psikoterapi cesarettir, yüzleşmedir. Hatasız olduğunu düşünen, kendisiyle yüzleşmeyen insanlardan korkun. Evet bütün bu süreç Bir Şey Var Unuttuğum Çocuğum'a yansıdı.


Çok ilginç açıklamalar, cesaretini alkışlıyorum. Bir Şey Var Unuttuğum Çocuğum'un poetikasına değinebilir miyiz biraz?

Bir çocuğum olduğunu unuttuğum durumlar olduğunu fark ettim, aynı zamanda içimdeki çocuğu fark ettim ve farkına vardıklarımı çocuklarıma, çocuklarımıza aktarmak istedim. Bu kitaptaki şiirler üzerinde çok çalıştım. Özenle. Daha akılla yazılmış şiirlerdir. Evet, sonra, evet oldum artık ben derken hayatımda bir devrim oldu. Detaylarına çok özel olduğu için girmek istemiyorum, ama hikayenin gelişimiyle başka tür bir aşkı keşfettiğim bir zaman dilimine girdim diyebilirim. Aşk zaten biliyorsunuz hep eksik olan. Onunla barıştığınız zaman onu aynı zamanda bir üretkenlik kaynağı olarak değerlendirebileceğinizi fark ediyorsunuz. Kaybettiklerimizi içimizde saklarız ya, gizil bir gücü içinde saklamak gibi. Hiç kurumayan bir pınar. Ama bunu keşfetmek için benim kadar şanslı olmanız lazım. La o dönemin ürünü. Bir aşk kitabı tepeden tırnağa.



Gerçekten kıskanılası. Şans tarafın da tabii. Ama aşk, aynı zamanda önceki bir toplamın topyekûn silinmesi ve kaybı değil midir?

Aşk, kayıp, umut ve yeniden doğuş. Kaybedilenin aslında hep kayıp olan olduğunu anlamak. La'dan sonra da bu anlama, arama, yeniden bulma, yeniden kaybetme süreci devam etti benim için. Tabii araya pandemi girdi. Pandemiden hemen önce yine tiyatro girdi. Beckett'in Oyun'unda oynadım Stüdyo Oyuncuları'yla. Bu arada bu iç içe geçişlerden bahsederken bir şeye daha değinmeden geçemeyeceğim. Çok tuhaf bir şekilde içinde bulunduğum oyunlar hep hayatımdaki süreçlere denk düştü. Heiner Müller'in Hamlet Makinesi'ndeki Ophelia bileklerinden sarkan damarlarıyla yatak odalarında dolaşırken ben sahnede sarılı bileğimle "ben Ophelia'yım, ırmağın bağrında tutmadığı kadın" diyordum. Beckett'in Oyun'unu oynarken benzer bir üçgenin içindeydim. Evredike'nin Çığlığı'nda toplumun sürgün ettiği Zeus'un gözdesiydim. Sonra pandemi sürecinde yıllar önce izini kaybettiğim Almanya'da yaşayan bir arkadaşımı buldum. Birlikte Sevgi Soysal'ın Tante Rosa'sını çalıştık. Elli yaşımı devirirken, bir kadın olarak kırılganlıklarımı sakınmadan, isyankar ve özgürlükten vazgeçmeden, hep üreterek ve acılarıma rağmen gülmesini bilerek, geleceğe ümitle baktığım hayatımın sonlarına doğru Tante Rosa. Belki "durun daha gençsin" diyeceksiniz ama bir dönemin sonu benim için sanırım. Yine bir terapi sürecine başladım, bu sefer daha derin; psikanaliz. Bundan sonraki yıllar farklı olacak hissim var. Zaten ya ölecektim ya değişecek. Uyanış işte o yüzden. Gel gör ki yine ümitliyim.  


Kadınlar Apartmanı. Dosyayı okumazdan çok önce ismiyle çarpmıştı bu kitabın. Sanırım elektrikler kesikti ve sesli okunarak başladı yayın yolculuğu, yani ilk editörlük testi. Şiirden anladığım kadarıyla bu şiirin en içten ve içsel dışavurumun. Bunda yanılıyor muyum?

Doğru. Tabii ki yaşamadığı şeyi yazmaz şair. Ama bu şiir biraz fazla doğrudan sanırım. Biraz çıplak hissettiriyor. Ama hoşuma da gidiyor. Çünkü çok renkli, canlı, özel bir dönemin karakterleri onlar.


11 senede toplum, dünya ve gelecek haliyle çok savruldu. Çünkü tüm kumanda monitörlerinin ve klavyelerinin başında gene insan var. Genel olarak kültür ve sanat bağlamında bu 11 seneyi nasıl algıladın ve tepkilerin, düşüncelerin neler oldu?

Şiir yok oldu. Onu söyleyebilirim. Özellikle yeni kuşak, zaten genel olarak çok az okuyor, ancak şiir hiç okumuyor. Sosyal medya görselliği çok ön plana çıkardı. Oysa şiir benim için çok görseldir. Yazılı resim gibi. Bir yerde sinema edebi olmayan edebiyattır diye okumuştum. Çok hoşuma gitmişti, aklımda kaldı. Şiir de biraz kelimelerle çizilmiş resim biraz da müziktir bana göre. Bu boyutun kaybolması üzücü. İnsanların kaybettikleri her boyut zihinde de kaybolan bir alan. Değişim elbette sürekli var, hep olacak, olmalı da. Ama tabii ki zenginleşme yönünde olsa daha iyi olur, eksilme değil. Bu açıdan özellikle güçlü yayınevlerinin şiiri, özellikle genç şairleri desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Her şeyde olduğu gibi kitabevlerinde de  tekelleşme var. Sadece şiirde değil, bütün yazın alanlarında belli yazarlar, belli konular öne çıkarılıyor. Daha çok destekleniyor. Sınıfsal bakış açısı geride bırakıldı örneğin, daha eski dil kullanan, daha geçmişe özendiren yazarlar tercih edildi. Sinemada da öyle. Sinemamız geçmişte olduğu gibi hala çok güzel eserler veriyor. Çok iyi yönetmenlerimiz, oyuncularımız var. Ama yetmişlerle karşılaştırdığımızda sınıf çatışması içeren, emeğin değerine değinen konuların neredeyse hiç olmadığını görüyoruz. Oysa bence bugün dünyanın ekolojik olarak yok olma noktasına gelmesinin temel sorumlusu kapitalizm ve onun açgözlülüğüdür. Geçen Ursula K. Le Guin'in bir konuşmasını dinledim, çok hoşuma gitti. Onun bir cümlesiyle bu kısmı bitireyim:  "Kapitalist bir düzende yaşıyoruz. İktidarı alt edilemez gibi gözüküyor. Kralların ilahi kaynaklı yönetme hakları da öyle gözüküyordu. İnsana dayalı tüm iktidarlara direnç göstermek ve onları yine insan eliyle değiştirmek mümkündür. Direniş ve değişim çoğu zaman sanatta filizlenir. Ve yine çoğunlukla kelimelerle yapılan sanatta."



Kitabının kapağındaki sanatsal çalışmadan söz edebiliriz son olarak istersen?

Kitabın kapağı bir ressam arkadaşıma ait. Serpil Yazman. Kendisi çok beğendiğim bir ressam olmanın yanı sıra harika bir insandır. O yüzden birlikte geriye bırakacağımız bir ürünümüzün olması beni çok mutlu etti. Çok güzel bir resim değil mi? Serpil'in önümüzdeki hafta Bodrum'da bir sergisi olacak. Oralarda olanların kaçırmamasını öneririm. Daha çok resmini görmek için de: instagram @yazman.serpil 

 


49 görüntüleme0 yorum

Comentarios


bottom of page