GÜLSEREN ÜNSÜN ENGİN ile Söyleşi
Edebiyat, bizi yalnızca kendi içimize değil, aynı zamanda bilmediğimiz şehirlere, sokaklara ve hikâyelere götürme gücüne sahiptir. Kimi zaman tanımadığımız bir şehirde, Varşova’da olduğu gibi, bir yabancının gözünden dünyayı yeniden görürüz. Bu söyleşi, bir yazarın kalemiyle yeniden hayat bulan Varşova’yı ve onun diğer Avrupa kentlerindeki yankılarını edebiyatın içtenlikle işlenmiş satırlarında bulma arzusundan doğuyor. Varşova’nın taş sokakları, anıları ve tarih kokan atmosferi, kişisel bir keşfe dönüşen bu hikâyede hem fiziksel bir mekân hem de ruhsal bir arayışın metaforu oluyor. Yazarımız, bu keşfin izlerini, edebiyatın gücünü ve bir yabancı olmanın hem özgürleştirici hem de sorgulayıcı yanlarını samimiyetle paylaşıyor. Söyleşinin bu ilham verici atmosferinde, sadece bir şehir ya da bir hikâye değil, insanın varoluşuna dair güçlü bir bağ bulacağımıza inanıyoruz. Keyifle okuyacağınız bu yolculuğa hoş geldiniz!
Sizi bu kitabı yazmaya yönlendiren en güçlü motivasyon neydi? Gezi kültürüyle olan bu derin bağınız nasıl başladı?
Gezi tutkusu biraz da genetik bende. Babaannem Bulgaristan göçmeni. Babam ve anne tarafından dedelerim Kırım’dan göçmüşler. Ömürleri yollarda geçmiş. Zaten Türklerin genlerinde bu var. Tarih öncesinden beri sürekli göç etmişler. Ben de özellikle babam ve babannemden gezi kültürü edindim. Bilinçli olarak ise ilk kez Tıp Fakültesinde okumak üzere Erzurum’a gittiğimde fark ettim. Önce yabancı bir kent ürkütüyor insanı; ama yeni bir kenti keşfetmek keyif de veriyor. Aslında Erzurum Trenine bindiğimde baba evinin ve ailemin koruyucu kalkanından çıkmıştım. Artık yapayalnızdım ve kendi ayaklarımın üzerinde durmam gerekiyordu. Hayata tutunmak ve başarmak için…
Almanya’da hekim olarak çalıştığım dönemde diğer Avrupa ülkeleri yakın olduğundan sık sık değişik ülkelere ve kentlere geziler yapıyorduk. Bizden farklıydılar. İster istemez kendi ülkemle karşılaştırıyordum. Bu gözlemlerimi ilk olarak “Gezi İzleri” adlı kitabımda topladım. O kitap sadece anılar beraberinde gözlemlerimi ve bu konulardaki düşüncelerimi içeriyordu.
Seyahatleriniz, kişisel anlamda sizde neyi dönüştürdü veya keşfettirdi? Kendinizi en çok hangi coğrafyada bulduğunuzu hissettiniz?
Avrupa’da ve yurt içindeki gezilerim bende alışkanlık yaptı. Yeni yerler keşfetmek yabancı kentlerin dar sokaklarında dolaşmak, orada yaşayan insanları gözlemek, geçmişte bu kentlerde kimlerin yaşadığını ve onların hikayelerini merak etmek bir tutku oldu. Böylece araştırma yapıp o hikayeleri öğrendim. Bu da ayrıca keyif vericiydi. Ayrıca gezilerde yalnızlığın katıksız bir özgürlük olduğunu fark ettim. Bir süre sonra dünyanın neresine gitsem yaşayabilirim duygusunu kazandım. Böylesi bir güven duygusu kazandırdı bana.
Kendimi bulduğum ülkeyi sormuştunuz. Portekiz, özellikle Lizbon diyebilirim. Lizbon aslında yedi tepe üzerine kurulmuş, İstanbul’u andıran bir kent. Ayrıca kızım orada yaşıyor ve onun yanına uzun süreli gidebiliyorum. Bu kitapta Portekiz yok; çünkü onu ayrı bir kitapta uzun uzun anlatmak niyetindeyim.
Kitabınızın İÇİNDEKİLER bölümünde yer alan başlıklar oldukça çeşitli. Gezi kültürüyle ilgili bu kadar geniş bir perspektiften bakmayı nasıl başardınız?
Kitabım farklı ülke ve kentlerle ilgili hikayeler içeriyor. Zaten bu kitaptaki amacım da o… Sonuçta ben bir hikâye anlatıcısıyım ve kitabım turistik yol tarif eden bir kitap değil. Tarihi bilgiler ve hikayeler yanında anı, öykü ve denemeler de var. Ülkeler ve kentler hakkında yazmadan ve hatta gezmeden önce geniş bir araştırma yapıyorum. Bilerek gezmek daha doyurucu oluyor. Almanya’da yedi yıl yaşadım. Orada Türk Kadınlarına sağlık seminerleri verdim. Böylece daha çok insanı tanıma fırsatı buldum. Almanları da… Bu seminerler ve kitap tanıtımları için farklı kentlerden davetler aldım. Hemen hemen bütün Almanya’yı gezdim. Çalıştığım üniversitelerde Alman arkadaşlar edindim. Ayrıca yurt içinde ve dışında turistik gezilere katıldım. Bütün bunlar bende birikim yaptı. Sanatın birçok dalı ile ilgileniyorum. Bu yüzden yabancı kentlerde tarihi binaları, müze ve sergileri mutlaka gezip bilgi topluyorum. O kentte yaşamış olan sanatçıları inceliyorum Bütün bunlar aslında gezi kültürü olarak beni zenginleştiriyor. Öte yandan turistik firma gezilerini hiç sevmem. Otobüs içinde ve koşturarak bir kenti tanıyamazsınız.
Gezi felsefesini, özellikle de kendi bakış açınızdan, kitaptaki başlıklardan birkaçıyla örneklendirerek açıklar mısınız? Mesela, en çok etkilendiğiniz başlık ve konu hangisiydi?
En çok etkilendiğim kent Varşova… VARŞOVA’DA BİR YABANCI değişik bir deneyimdi. O tarihte Rusların yönetiminden yeni ayrılmış bir ülkeydi Polonya. Bu nedenle batı dünyası henüz tanımıyordu bu ülkeyi. Hakkında çeşitli ürkütücü söylentiler dolaşıyordu. Oysa ilk romanım “Cehennemde bir Ada” için araştırma yapmayı istiyordum ve bu kenti tanımalıydım. PEN Polonya şubesine telefon ettim. Ne yazık ki İngilizce ve Almanca bilmeyen sekreter Fransızca bir şeyler anlatsa da o dili ve Lehçe’yi* bilmediğimden hiçbir şey anlamıyordum. Sadece İngilizce bilen vardır diyerek faks çektim ve trene atlayıp gittim. Maceralı bir yolculuktu. Böyle yolculuklar yaşamınıza heyecan katar.
Bir de Doğu Berlin halkının iki kenti ayıran duvarı yıkıp özgürlüğü seçmesi çok etkiledi beni. Halkın özgürlük istemine ve direncine ne muhafızlar ve silahlar ne de duvarlar engel olabildi. Silahsız halkın gücüydü bu.
Edebiyat ve gezi kültürü arasındaki ilişkiyi kitabınızda nasıl ele aldınız? Bu iki alan arasındaki sinerjiyi nasıl tarif edersiniz?
Edebiyat tutkusu önce okumakla başladı; sonra okuduklarıma benzer ben de yazmak istedim. O zamanlar ilk okuldaydım. Ortaokulda iken hikaye ve roman yazıyordum. Lise yıllarında şiir daha öne geçti. Şiirlerim ilk kez Gözgü dergisinde 1963 yılında yayımlandı Daha sonra öykü ve romanlar yanı sıra hemen her türde yazdım. Çocukluğumdan beri masal ve öykü anlatmayı çok seviyordum zaten. Yazar olmak kendi dünyanızı, hayallerinizi ve kurguladığınız farklı dünyaları insanlarla paylaşmanızı sağlıyor. Hem de hiç tanımadığınız insanlarla böylece iletişim kuruyorsunuz. Bir duygu alışverişi bu…Müthiş bir şey… Ben de paylaşmayı çok sevdiğimden yazar oldum. İnsanlarla iletişim kurmayı, onların ilgisini ve sevgisini çekmeyi bu yolla başardım.
Evet bu kitapta pek çok kent ve ülke var. Gezdiğim her yerde edindiğim izlenimleri, duygu ve düşüncelerimi okurlarıma aktarmak istedim. Bu nedenle günlüğüme notlar alıyordum. Edebiyat dünyasına 62 yıldır emek veriyorum. Doğal olarak hangi konuda yazarsam yazayım bir edebiyatçı olarak, kentleri o gözle inceliyor, öyle yazıyorum. Bir öykücü olarak her sokağı dolaşırken ne öyküler kurguluyorum bilseniz. Okurun damağında edebiyat tadı kalsın istiyorum. Bu kitapta sadece gezdiğim gördüğüm yerlerle ilgili yazmıyorum. Tarihe duyduğum merak duygusu ile konuyu araştırıp öğreniyorum. O kent veya ülkelerin tarih kitaplarında olmayan hikayelerini aktarıyorum okura. O dönemlerle ilgili olarak Osmanlı İmparatorluğu ile karşılaştırmadan da edemiyorum.
Kitapta özellikle sanatla gezinin buluştuğu bir kesişim alanını vurguluyorsunuz. Sizce sanatın seyahat deneyimlerine nasıl bir etkisi var? Bu etkileşimden doğan iç görülerden bahseder misiniz?
Farklı ülkelere, kentlere yapılan geziler, sanatçıyı derinden etkiler. Hele sanat tarihini, mimari eserleri biliyorsa ve oraya hazırlıklı gitmişse… Kitaplardan gördüğü tarihi binaları, kiliseleri hatta halkın yaşadığı tarihi korunan, evleri görünce etkileri daha derin olur. Aynı şey sergilerde izlediği klasik ve modern tablolar, meydanlardaki heykeller daha büyük bir haz verir. Bütün bunlar sanatçının hayal gücünü harekete geçirir. Edebiyatçılar bu etkileşimle yeni şiirler, öyküler, romanlar yazarlar. Ressamların tuvaline yansır. Bir tiyatro oyuna dönüşür ya da bir film yaptırır. Böylesine derin ve üretken etkileşimlerdir bunlar. Aynı zamanda ülkeler arasında kültürel değişim ve zenginleşmedir.
Gezi yazılarınızda yerel halkla kurduğunuz ilişkilerin, onların kültürel mirasına dair edindiğiniz iç görülerin anlatılarınızda nasıl bir yeri var?
Gezdiğim ve yaşadığım yerlerde halkla temasım ve gözlemim oldu elbette. Eleştirdiklerim yanında çok beğendiklerim de vardı. Çevresiyle çabuk kaynaşan biri olduğumdan halkla ilişkilerim sıcaktı. Kitabımda bunlar da yer aldı. Bir öyküye ya da anlatıya dönüştü. Onların kültürleri elbette beni de etkiledi ve zenginleştirdi. Bir edebiyatçı olarak değişik insanları tanımak yeni karakterler yaratırken daha üretken yapar sizi. Çünkü her insanın iç dünyası benzersiz ve biriciktir.
Gelecekteki projeleriniz arasında yeni gezi kitapları var mı? Okurlarınız için ne tür deneyimler sunmayı planlıyorsunuz?
Sağlık sorunlarım nedeniyle artık gezemiyorum; ama belki bir kez daha Portekiz’e kızımın yanına giderim; çünkü bu ülke ve özellikle Lizbon hakkında bir kitap yazmak istiyorum. Bunun dışında henüz yayımlanmamış pek çok dosyam var. Öyküler, şiirler, romanlar, tiyatro oyunları, edebiyat üzerine düşünceler ve makaleler gibi…Halen 23 kitabım var. Şu ara bir başka tarihi roman üzerinde çalışıyorum. Cumhuriyetin 101. Yılı nedeniyle hazırladığım ortak bir kitap çalışması da sürüyor. Diğer dosyalarım da de yayımlanırsa okur için epeyi kitap var demektir. Yeter ki okusunlar.
Gezmenin sadece bir yer değiştirme değil, bir anlam arayışı olduğunu düşünüyorsunuz. Bu arayış ve gezi felsefesi kitabınız özelinde nasıl bir yere sahip?
Gezmek elbette bir yer değiştirme değil. Bir sanatçı ve yazar olarak kentler, mekanlar ve çevremizdeki insanlar bizim üzerimizde derin izler bırakır. Bunların kimi edebiyat eserlerine dönüşür. Ressam, heykeltraş, sinema ve tiyatrocu için de aynıdır. Geziler sanatçıya pek çok ilham verir. Ayrıca gezilerde farklı mekanlar içinde yoğun bir yalnızlık duygusunu derinden yaşarsınız. Bu, kişinin kendisiyle baş başa kalmasını, belki hesaplaşmasını belki yaşamın anlamını sorgulamasını sağlar. Gezilerde yanınızda eşiniz, dostlarınız ve pek çok insan da olsa kalabalıklar içinde yalnızlıktır bu; çünkü iç dünyanızla baş başa kalmışsınızdır. Günlük alışılmış mekanlar ve işlerinizden farklı bir ortamda farklı sorgulamalar içinde bulursunuz kendinizi. Öte yandan gezip gördükleriniz hem kültürünüzü arttırır hem ruhsal olarak zenginleşmenize yol açar. Her gezi dönüşü artık farklı bir insan olduğunuzu fark edersiniz.
Yazarlığınız dışında en keyif aldığınız uğraşlar neler? Hayatınızda sanat ve entelektüel anlamda ilham aldığınız isimler var mı?
Sanatın her dalıyla ilgileniyorum Zaten yıllardır resim yapıyor ve sergiler açıyorum. Tiyatro ve sinemaya tutkunum. Bu yüzden tiyatro oyunları yazdım bazıları Devlet Tiyatrosu arşivine kabul edildi, bazıları oynandı. Sinema tutkum senaryolar yazdırdı bana. Hangi türde olursa olsun iyi müziği severim. Tarih merakımı biliyorsunuz. Genel olarak meraklıyım aslında. Neden, nasıl, kim vb. sorular yaşamımın vazgeçilmezidir. Beynimde beliren soruları çözmek için ararştırırım. Hekim olarak da pek çok tıbbi araştırmam vardı. Sanırım bir araştırmanın nasıl yapılacağını o zaman öğrendim.
İlham aldığım sanatçıları bu kısa yazıya sığdıramam; ama öyküde Tarık Dursun K, Aziz Nesin ve Muzaffer Izgü yolumu açan yazarlardır. Romanda ise beni etkileyen yazarlar Halide Edip, Ayla Kutlu, Sevgi Soysal, Hasan İzzettin Dinamo, Kemal Tahir, diyebilirim. Elbette daha pek çok var. Yabancı yazarlardan Çehov, Gorki, Jack London, Borges, Cortazar, Marquez, Exupery, Dikens, Kafka, Michel Zevaco, Agatha Christie ve daha pek çok yazar…Bütün bunlar gerek biçim, biçem, anlatım. dil ve kurgu olarak etkilerini kitaplarımda gösteriyor. Bu bir kopyalama değil elbette; etkileşim… Bütün bunları yıllar içinde harmanlayıp kendi anlatımımı oluşturmaya çalışıyorum.
Kalıpları kırmaya çalışan bir yazarım. Diğer kitaplarımda da olduğu gibi bir türün keskin kurallarına sıkışıp kalmayı istemiyorum. Yani romanın klasik sınırlarının dışındayım. Bir kitabı yazarken hem roman hem öykü hem anı hem şiir hem çeşitli bilgiler bir arada olsun istiyorum. Öykülerde de denemelerim oldu. Bu yüzden kitaplarımı herhangi bir kalıba sokamıyorlar. VARŞOVA‘DA BİR YABANCI kitabım da öyle… Umarım bu farklı tarzdaki kitabımı okurlar beğenirler. Bana okurlarla buluşabilmek için bu fırsatı vermeniz çok mutlu etti beni. Teşekkürler.
Biz teşekkür ederiz.
Comentários